Vaktiyle bir padişah kendisine bir vezir bulmaya karar vermiş ve kocaman bir kapı yaptırmış. Yaptırdığı kapının ortasına Kimisi sürgülü, kimisi halka onlarca kilit yaptırmış. Sonra bekleyenleri buyur etmiş.
Sen benim vezirim olmak istiyor musun?
Evet efendim.”
Padişah Şu kapıyı anahtarsız aletsiz açmanı istiyorum demiş.
Vezir adayı Efendim bu mümkün değil açamam.
İkincisi, üçüncüsü derken son vezir adayı gelmiş.
Adam şöyle bir bakmış kapıya, dönmüş demiş ki padişaha:
Sultanım! Aslında aklım der ki: Bu kapı böyle açılmaya açılmaz; Lakin bize itmek düşer” diyerek elini uzatıp o kapıyı şöylece ittiğinde kapının açıldığını görmüş, aslında kilitlerin hiç biri kapalı değilmiş. Marifet onu uygun şekilde açabilmek imiş.
Rıza kapısı da böyle, her daim açıktır.
Yeter ki edebinle sen vurmasını bil.
Allah her zaman için biz kullarını beklemekte.
O kapıyı çaldığımızda naz ile niyaz etmeli, Ya Rab aczimle geldim, hatalarımla geldim, kusurlarımla geldim, ama geldim, bize boyun büküp gelmek, senin şanına da affedip rahmetinle kuşatmak yakışır.
Ne olur Ya rab bırakma bizi,
Dünya ve ahirette tut elimizi.
Diyerek dua etmeliyiz.
Allah’ın rızası nerede saklı bilinmez.
Belki bir vakit namazda saklı,
Belki bir yetimin başını okşamakta saklı,
Belki senden habersiz seherlerde sana yapılan bir duada saklı,
Ömrümüz o rıza kapısının hadimi olmakla geçmeli.
O bizden razı olmuş, o bizi sevmiş daha ne isteriz.
O bizi takdir ediyorsa, bütün dünya bizi eleştirse ne yazar.
Sen yeter ki iyi ol, varsın seni kötü sansınlar,
ALLAH seni sevsin, varsın insanlar kötü ansınlar.
Allah yar ve yardımcımız olsun.
Selam ve dua ile